Zaman ve İnsan
Dr. Şerafeddin ALAN
Bize bağlı olmayan ve kendisinin her yönüyle bizi sınırladığı “zaman”, pek öyle önemsenmeyecek gibi değil. Her canlıda olÂduğu gibi insanoğlunun da başlangıçtan itiÂbaren buna, yani dünyaya gelebilmek için bile belli bir zamana ihtiyacı vardır. Dokuz ay beklenecektir. Yürüme, konuşma, okula başlama, bir iş başına gelme hep belli zaÂmanlardan sonra olmaktadır: Bunların yaÂnında günümüz insanının hayatı, büyük nisbette bizzat kendisinin en iyi şekilde gelişÂtirdiği icatlarından biri ve zaman ölçüsü olan “saat” tarafından ayarlanmıştır. Belirli bir zamanda evimizi terk etmemiz gerekir ve günün geri kalan kısmı, bölüm ve zamaÂna tren tarifesi kadar kesin olarak ayrılmış vaziyettedir. İnsanın günlük yaşama düzeniÂni değiştirmesi, tren tarifesinde büyük zaÂman değişikliklerine sebebiyet verecek ve tarifeyi değiştirecek nitelikteki düzensizlikÂlerin ortaya çıkardığı zorluklar kadar müÂhim hale gelmiştir. Günlük çalışmamız bitÂse bile az veya çok bir zamana kendimizi uydurmaya devam ederiz. Şu saatte evde bekleniyoruz, şu zamanda yemeği bitirÂmeliyiz, biraz sonra şunlar gelecek gibi. Çoğu zaman devamlı bir yeknesaklık hüÂküm sürer ve belirli kalıplar içinde, bazen de basit düşüncelerimiz, basit hesaplarımız içinde sıkışıp kalırız.Acaba niçin Paskal’ın düşündüğü gibi düşünemiyoruz? Zira o, insanı ve diğer yaratıkları başı ve sonu belirsiz gibi görünen doğru bir çizginin ortasında görür. Sanki bu, gökyüzüne çıkıp hayatı bir çizgi üzeÂrinde takip etme gibi bir şeydir. Kâinatın işleyişiyle ilgili bu zaman çizÂgisinde insana ayrılan çizgi bölümü gayet barizdir ve belli sınırlar içindedir. Bu süreyi fevkalâde hadiseler her an kısaltabildiği halde uzaması söz konusu değildir. Meselâ yüz yaş gibi bir yaşa gelince insan, kendisiÂnin çizginin öbür tarafının mecburi davetçisi olduğunu bilir. O halde belli zaman sınıÂrı içinde insan, bu kadar kısa zamanda ne yapabilirim, ne yapmalıyım diye şaşırıp kalmakta mıdır? Bu, pek de öyle olmamakÂtadır, bir bakıma duvarları ayna ile kaplı daracık bir odada bulunan insanın durumuÂnu andırmaktadır. Oda, her yönüyle çok genişmiş gibi görünür. Fakat bir tarafa küÂçük bir hareket aynalara çarpmayla neticeleneceğinden insan ancak bu hadiseden sonra dar odada olduğunu anlar.Öyle ya, gelecek için bir sürü plân yaÂparız, “randevular” veririz, anlaşmalar yaÂparız. Fakat küçük bir dikkatsizlik, bir kaÂza, beklenmedik bir hastalık, hayatın son bulma anıyla burun buruna gelme, dünyaÂnın daha doğrusu zamanın o kadar geniş olmadığını bize kuvvetle hissettirir. Teselli için “yalan dünyada uzun emel boşuna” diye söylenilen sözler de aslında hep bu zaÂmanın sınırlı oluşunun değişik ifadeleridir.Zaman çarkı diye de adlandırılabilen bu büyük devirli çark adeta güzergâhı uzun bir trene benzemektedir. Biz insanlar, bir duraktan binip başka bir durakta inmekteyiz. O, yine yoluna devam etmekte. GüzerÂgâh o kadar uzun ki nereden gelip nereye gittiğini ve kimin emriyle çalıştığını çoğu zaman aklımıza bile getirmediğimiz gibi baÂzen aklına getirenler de kendi kendine haÂreket ediyor, hedefini kendi biliyor zeÂhabına kapılmaktadırlar. Akl-ı selim sahibi kişiler ise kendilerini çok yakından ilÂgilendiren böyle bir hadiseyi inceden inÂceye tetkik edip Öylesine düzenli bir işleyiÂşin gelişigüzel olamayacağını, hareket haÂlinde olup belli bir hedefe giden bir trenin hareket ettiricisinin, hedefi tayin edicisinin mutlaka olması gerektiğini sezebilmektedirÂler.Herkes Paskal olmasa bile, her insanda irade ve düşünebilme kabiliyeti olduğuna göre, sınırlı zaman içinde meydana gelen mikro-makro âlem arası mükemmel ilişkiÂler, baş döndürücü kâinat hadiseleri, gece gündüzün meydana gelmesi, gözle güneş arasındaki ilişki, arının insana her yönüyÂle ilâç olan balı yapabilmesi başka nasıl ifade edilebilir? Geçici dünya diye kastedilen yine bu kısa zaman süresi içindeki olaylara göre, çizginin devamında, çarkın dönen diğer kısmında, trenin gittiği daha uzak istasyonda, bunları hareket ettiren yiÂne bunları durdurup yaptığımız binbir çeşit iyi kötü davranışların neticesine göre başka bir âlemde yeniden devamına mukteÂdir değil midir?Hadiseleri derinlemesine tahlil etmeÂden,”evet” veya “hayır” diye kolayca cevaÂbı verilecek bir soru değil herhalde. Her haÂdise karşısındaki davranışın soru-cevap olÂduğu bu imtihan meydanında sınıfı geçebilÂmek öğreticiye kulak vermeden olacağa benzemiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder