2 Mart 2008 Pazar

Zaman ve İnsan


Zaman ve İnsan

Dr. Şerafeddin ALAN

Bize bağlı olmayan ve kendisinin her yönüyle bizi sınırladığı “zaman”, pek öyle önemsenmeyecek gibi değil. Her canlıda ol­duğu gibi insanoğlunun da başlangıçtan iti­baren buna, yani dünyaya gelebilmek için bile belli bir zamana ihtiyacı vardır. Dokuz ay beklenecektir. Yürüme, konuşma, okula başlama, bir iş başına gelme hep belli za­manlardan sonra olmaktadır: Bunların ya­nında günümüz insanının hayatı, büyük nisbette bizzat kendisinin en iyi şekilde gelişÂ­tirdiği icatlarından biri ve zaman ölçüsü olan “saat” tarafından ayarlanmıştır. Belirli bir zamanda evimizi terk etmemiz gerekir ve günün geri kalan kısmı, bölüm ve zama­na tren tarifesi kadar kesin olarak ayrılmış vaziyettedir. İnsanın günlük yaşama düzeni­ni değiştirmesi, tren tarifesinde büyük za­man değişikliklerine sebebiyet verecek ve tarifeyi değiştirecek nitelikteki düzensizlik­lerin ortaya çıkardığı zorluklar kadar mü­him hale gelmiştir. Günlük çalışmamız bit­se bile az veya çok bir zamana kendimizi uydurmaya devam ederiz. Şu saatte evde bekleniyoruz, şu zamanda yemeği bitir­meliyiz, biraz sonra şunlar gelecek gibi. Çoğu zaman devamlı bir yeknesaklık hü­küm sürer ve belirli kalıplar içinde, bazen de basit düşüncelerimiz, basit hesaplarımız içinde sıkışıp kalırız.Acaba niçin Paskal’ın düşündüğü gibi düşünemiyoruz? Zira o, insanı ve diğer yaratıkları başı ve sonu belirsiz gibi görünen doğru bir çizginin ortasında görür. Sanki bu, gökyüzüne çıkıp hayatı bir çizgi üze­rinde takip etme gibi bir şeydir. Kâinatın işleyişiyle ilgili bu zaman çiz­gisinde insana ayrılan çizgi bölümü gayet barizdir ve belli sınırlar içindedir. Bu süreyi fevkalâde hadiseler her an kısaltabildiği halde uzaması söz konusu değildir. Meselâ yüz yaş gibi bir yaşa gelince insan, kendisi­nin çizginin öbür tarafının mecburi davetçisi olduğunu bilir. O halde belli zaman sını­rı içinde insan, bu kadar kısa zamanda ne yapabilirim, ne yapmalıyım diye şaşırıp kalmakta mıdır? Bu, pek de öyle olmamak­tadır, bir bakıma duvarları ayna ile kaplı daracık bir odada bulunan insanın durumu­nu andırmaktadır. Oda, her yönüyle çok genişmiş gibi görünür. Fakat bir tarafa kü­çük bir hareket aynalara çarpmayla neticeleneceğinden insan ancak bu hadiseden sonra dar odada olduğunu anlar.Öyle ya, gelecek için bir sürü plân ya­parız, “randevular” veririz, anlaşmalar ya­parız. Fakat küçük bir dikkatsizlik, bir ka­za, beklenmedik bir hastalık, hayatın son bulma anıyla burun buruna gelme, dünya­nın daha doğrusu zamanın o kadar geniş olmadığını bize kuvvetle hissettirir. Teselli için “yalan dünyada uzun emel boşuna” diye söylenilen sözler de aslında hep bu za­manın sınırlı oluşunun değişik ifadeleridir.Zaman çarkı diye de adlandırılabilen bu büyük devirli çark adeta güzergâhı uzun bir trene benzemektedir. Biz insanlar, bir duraktan binip başka bir durakta inmekteyiz. O, yine yoluna devam etmekte. Güzer­gâh o kadar uzun ki nereden gelip nereye gittiğini ve kimin emriyle çalıştığını çoğu zaman aklımıza bile getirmediğimiz gibi ba­zen aklına getirenler de kendi kendine ha­reket ediyor, hedefini kendi biliyor ze­habına kapılmaktadırlar. Akl-ı selim sahibi kişiler ise kendilerini çok yakından il­gilendiren böyle bir hadiseyi inceden in­ceye tetkik edip Öylesine düzenli bir işleyi­şin gelişigüzel olamayacağını, hareket ha­linde olup belli bir hedefe giden bir trenin hareket ettiricisinin, hedefi tayin edicisinin mutlaka olması gerektiğini sezebilmektedir­ler.Herkes Paskal olmasa bile, her insanda irade ve düşünebilme kabiliyeti olduğuna göre, sınırlı zaman içinde meydana gelen mikro-makro âlem arası mükemmel ilişki­ler, baş döndürücü kâinat hadiseleri, gece gündüzün meydana gelmesi, gözle güneş arasındaki ilişki, arının insana her yönüy­le ilâç olan balı yapabilmesi başka nasıl ifade edilebilir? Geçici dünya diye kastedilen yine bu kısa zaman süresi içindeki olaylara göre, çizginin devamında, çarkın dönen diğer kısmında, trenin gittiği daha uzak istasyonda, bunları hareket ettiren yi­ne bunları durdurup yaptığımız binbir çeşit iyi kötü davranışların neticesine göre başka bir âlemde yeniden devamına mukte­dir değil midir?Hadiseleri derinlemesine tahlil etme­den,”evet” veya “hayır” diye kolayca ceva­bı verilecek bir soru değil herhalde. Her ha­dise karşısındaki davranışın soru-cevap ol­duğu bu imtihan meydanında sınıfı geçebil­mek öğreticiye kulak vermeden olacağa benzemiyor.

Hiç yorum yok: