2 Mart 2008 Pazar

Bir Zamanlar Biz de Okurduk


Bir Zamanlar Biz de Okurduk

Dr. Doğan DEMİR

“Oku!” ilk emri ile Allah (cc), dikkatimizi okumaya ve ‘Kitab’a çevirmiştir. ‘Oku!’ emrine muhatap olan Müslümanlar, Allah Resulü’nün (sas) yol göstericiliğinde ilme öylesine sarılmışlar ki, kısa sürede İslâm âlemi bir ilim merkezi hâline gelmiştir. Çünkü, Allah (cc), Kur’ân’ın ilk âyetlerinde, “Yaratan Rabbinin adıyla oku. İnsanı yapışkan bir hücreden yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretendir.” 1 (Alak/1-5) buyurarak ilmî sistematiğin de nasıl olması gerektiğini bize bildirmektedir. Bu sistemde, okuma ameliyesi önceliklidir. Yani insanlar önce kendi yaşadıkları zamana kadar yazılmış olan ilmi okuyarak öğreneceklerdir. Allah (cc) bu okuma ameliyesi içinde insanların boğulmaması, türlü düşüncelerin altında buhrandan buhrana yuvarlanmaması için de, okurken Allah’ın adıyla okumayı emretmekte; O’nu aramaya, anlamaya, anmaya vesile kılan okumayı bize takdim etmekte, ancak mutlaka okumak gerektiğinin altını çizmektedir. Okuyup öğrendikten sonra insanın karşısına ilmî silsilenin ikinci basamağı olan araştırma çıkmaktadır. Allah (cc) nazarlarımızı yaratılışa ve insanın mahiyetine çekmektedir; gözümüzü sonsuz keremini görmemiz için kâinatın üzerinde dolaştırmamızı, her şeyi araştırmamızı, sikke-yi rahmetini ve vahid-i ehadiyyetini bulmamızı, sonunda da öğrendiklerimizi neşretmemizi istemektedir.İslâm dünyasında bilhassa Asr-ı Saadet’te ve takip eden asırlarda bu ilmî sistematiğe uygun bir tarihî süreç izlendiğini görüyoruz. İslâm tarihinde milâdi 700–830 yılları arası tercüme dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemde Müslüman ilim adamları Hintçeden, Yunancaya; Farsçadan, Sanskritçeye kadar hemen her eski medeniyetin dilinden Arapçaya tercümeler yapmışlar, kendi dönemlerine kadar olan ilimleri okumuş, öğrenmiş ve tetkik etmişlerdir. Tabiî ki bu dönemde telif çalışmaları da olmuştur; ancak bu dönemin ağırlığı başka dillerden Arapçaya yapılan tercümelerdir. Eşzamanlı olarak araştırmalar da devam etmiştir. 830’dan yani öğrenme safhasından sonra ise araştırma ve geliştirme artmıştır.Bütün bu faaliyetler sonrasında Müslüman ilim adamları kütüphaneler dolusu araştırmaya dayalı eser yazmışlardır. İslâm dünyasında şimdiki üniversitelerin karşılığı olan birçok büyük medrese açılmış ve kütüphaneler kurulmuştur. Meselâ, Endülüs Emevi Halifesi el-Hakem’in, Kurtuba’da kurduğu kütüphanede 400.000 cilt kitap bulunuyordu. Gırnata’da her birinde 400.000 cilt kitap bulunan 70 kütüphane mevcuttu. Bu kitapların kataloğu bile 24 cilt tutuyordu. Fatimilerin Kahire’de kurdukları büyük kütüphanenin her birinde 18.000 cilt kitap bulunan 40 odası vardı. Kahire’deki Halk Kütüphanesi’nde 1.600.000; Saray Kütüphanesi’nde 1.000.000; Lübnan’daki Trablusşam şehrinde ise 3.000.000 cilt kitap mevcuttu. Türkmenistan’daki Merv şehrinde içlerinde 700.000 cilt kitap bulunan 10 kütüphane vardı. Bu kitaplar astronomiden tıbba, sosyolojiden biyolojiye dönemin hemen hemen bütün ilimleriyle ilgiliydi. Bunlara karşılık 10. yüzyılın Avrupa’sında durum çok farklıydı. 984 yılında İtalya’da Po nehri yakınlarındaki Demuna şehrindeki bir katedralde 95 el yazması vardı. İspanya’da Katalonya’da bir katedralde 10 el yazması vardı. Bu sayı 961-965 yılları arasında ancak 65 oldu. Büyük manastır kütüphanelerinde 500 veya daha fazla kitap varsa, bu Avrupa’da dev kütüphane kabul ediliyordu. Bu dönemde Avrupa’daki kitapların toplamı 10.000’i bile zor buluyordu.İslâm dünyasındaki kütüphanelerin hemen hepsinde okuyucuları rahatlatmak için müzik yayını ve bugün bile tam olarak nasıl çalıştığını çözemediğimiz merkezî ısıtma sistemi vardı. Kütüphanelerde haftanın yedi günü yirmi dört saat üç vardiya hâlinde devamlı kitap çoğaltılıyordu. Bir okuyucu bir odada çoğaltılacak kitabı okur, yaklaşık 20 ile 30 yazıcı da bunu çoğaltırdı. Vardiya bittiğinde noktacı denen vazifeli, vardiyası biten yazıcıların kitaplarına yeni gelenlerin devamı için işaret koyardı. O dönemde üretimin güç oluşu sebebiyle, çok pahalı olan kâğıt, kalem ve mürekkep gelen okuyucu ve araştırmacılara ücretsiz olarak kütüphane vakıfları tarafından temin edilirdi. Kütüphanelerde açık raf usulü uygulanıyordu. Kütüphanede, araştırmacılara çalışabilecekleri odalar, çalışmaktan yorulanların dinlenebilecekleri yatakhane ve kantinler sunuluyordu. Buralarda ilmî sohbetler yapılır, herkesin ilgi sahasına göre bir sohbet grubu bulunurdu. Öğrenciler, araştırmacılar, ilim adamları ve ilgili çalışma grupları bu kütüphanelerde toplanırlardı. Avrupa’dan gelerek İslâm topraklarını ziyaret eden Hristiyan din âlimleri İslâm dünyasının ilmî büyüklüğü karşısında şaşkına döndüler. 10 ve 11. asırlarda İslâm dünyasına göre geri kalmış olan Avrupa’da buna bir çözüm olarak 1104 yılında Papa’nın başkanlık ettiği Okümen Konsil’de,2 “…Gidin, Doğu dillerini öğrenin, bize karşı üstünlük sebeplerini araştırın, yazdıkları bütün kitapları dilimize çevirin…” kararı alındı. Hristiyan din adamları kısa sürede Doğu dillerini öğrenmeye, Papa’nın emrine uyarak tercümeye ve Doğu’daki bilgiyi ve tekniği kendi ülkelerine götürmeye başladılar. ‘Sıfır’ başta olmak üzere, günümüzdeki rakamlar, Avrupa matematiğine geçti. Arapça ‘naure’ denilen su değirmeni ‘noria’ ismiyle Hollanda’nın en büyük sıkıntısı olan su baskınlarına karşı kullanılmak üzere getirildi ve daha sonra tarım alanlarının sulanması için bütün Avrupa’ya yayıldı. Günümüz İngilizcesinde on bine yakın, İspanyolcada da en az altı-yedi bin, diğer Avrupa dillerinde de binlerce Arapça menşeli kelime mevcuttur. Şehir güvenliğini sağlayan teşkilâtı ifade eden ‘zabıta’, ‘zabazoque’ olarak; köşk ve inşaat tekniği mânâsına gelen ‘el-kasr’ ‘alcasar’ olarak Batı’da konuşma diline girdi. Yeni kuşatma silâhları, ağır taşları çok uzaklara fırlatma kabiliyetine sahip ‘mancınık’, bir çeşit petrol yan maddesi olan ‘neft’ İslâm dünyasından Avrupa’ya götürüldü. Orta Çağ Avrupası’nda feodalizmin yıkılmasında bu savaş vasıtaları kullanılmıştır.12. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar geçen dönemde binlerce kitap (tıp, astronomi, fizik, matematik, felsefe ve dinî) Avrupa dillerine tercüme edildi. Ancak İslâm âlimlerinin din ve felsefe ile ilgili eserlerindeki fikirler, Avrupalıların Müslüman olmasına yol açabilir düşüncesiyle, sakıncalı görülmüş ve yasaklanmışdır. Bu konu ile alâkalı Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ isimli eserinde geniş bilgiler vardır. Batı’da Fransız İhtilâli’nin yapıldığı 1789’a kadar Gazâli, İbn-i Rüşd ve Farabi gibi İslâm düşünürlerinin eserlerinin basılması ve dağıtılması kilise tarafından hâlâ uygun görülmüyordu. Ancak Fransız İhtilâli’nin doğurduğu ortam bu kitapların serbestçe basılmasını sağlamıştır. Batılılar, eserlerini dillerine tercüme ettikleri İslâm âlimlerinin isimlerini değiştirdiler: Büyük tıp ve felsefe âlimi İbn-i Sina’nın adı ‘Avicenna’; büyük din ve astronomi âlimi Fahruddin el-Râzi ‘Rhazes’; optik ilminin kurucularından Ebu’l-Heysen ‘Alhazen veya Alghazen’; ünlü matematik âlimi el-Cabir bin Hayyan’ın adı ‘Algabir’ ve matematik tekniği de ‘el-cebir’ iken ‘algebra’ oldu. Bugün sıradan bir Avrupalıya ‘Avicenna’ kimdir diye sorsanız size İbn-i Sina’dır demeyecek, onun İtalyan veya Lâtin asıllı bir bilim adamı olduğunda ısrar edecektir. İslâm dünyasının geçmişte ilmî sahadaki göz kamaştırıcı üstünlüğüne rağmen günümüz Müslüman topluluklarının gerek ilmî seviyeleri gerekse kütüphanelerinin durumu iç açıcı değildir. Türkiye’deki kütüphanelerde resmî kayıtlara göre on milyon civarında kitap vardır. Buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir üniversitenin (Michigan Üniversitesi) kütüphanesinde sekiz milyon kitap bulunmaktadır. Bu kütüphane asırlar önce İslâm dünyasında görülen kütüphanelerde olduğu gibi gerekli donanıma sahiptir. Araştırıcılara okuma aralarında oturabilecekleri kantinler, istirahat edebilecekleri dinlenme odaları, ücretsiz ve sınırsız fotokopi, internet gibi imkânlar sunulmaktadır. ABD’de üç bin üniversite bulunduğunu göz önüne alırsak şu an içinde bulunduğumuz durum daha iyi anlaşılabilir. Kütüphanelerimizi, üniversitelerimizi aktif okuma ve araştırma yerleri hâline getirmeden ülkemizin gelişmesi söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla da ülkemizin en büyük problemi ekonomi değil, eğitimdir. Günümüzde içinde bulunduğumuz sıkıntılardan kurtulmamız için ilk olarak, Kur’ân’ı asılı bulunduğu yerden indirip, anlayarak okumak gerekmektedir. Ancak bu şekilde Allah’ın insanoğluna bahşettiği ilimlerde ilerlememiz mümkün olacaktır. “İnmemiştir hele Kur’ân bunu hakkıyla bilin,Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.”M. Akif Ersoy Dipnotlar 1- Alâk Suresi, 1–5, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Hazırlayan Suat Yıldırım. 2- Okümen Konsil: Papanın bizzat katıldığı, belirli zaman aralıklarında yapılan ve Hristiyanlık’ın genel gidişatı hakkında kararların alındığı Hıristiyan din bilginleri toplantısı. Papa katılmadığı takdirde yapılırsa o zaman yapılan toplantıya sadece Konsil denirdi. Bu kelimeyi Roma’daki devlet toplantılarına veya Roma valilerine verilen ad olan Konsül ile karıştırmamak gereklidir.Kaynaklar- Corci Zeydan, Medeniyet-i Ýslamiye Tarihi, Ýstanbul 1968.- Halil Ersin Avcý, Tapýnaðýn Gizli Tarihi, Truva Yay., Ýstanbul 2005.- Ahmet Gürkan, Ýslam Medeniyeti’nin Avrupa Kültürü Üzerindeki Etkileri, Feza Yayýnevi, Ankara.- Osman Turan, Ýslam Medeniyeti, Boðaziçi Yayýnlarý, Ýstanbul 1995.- Ýbn’ül-Esir, Ýslam Tarihi, Kahire 1958.- Ýbn Kesir, Ýslam Tarihi, Kahire 1956.

Hiç yorum yok: